NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ كَثِيرٍ
أَخْبَرَنَا
سُفْيَانُ
عَنْ
الْأَعْمَشِ
عَنْ أَبِي
وَائِلٍ عَنْ
خَبَّابٍ
قَالَ إِنَّ
مُصْعَبَ
بْنَ
عُمَيْرٍ
قُتِلَ يَوْمَ
أُحُدٍ
وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ
إِلَّا نَمِرَةٌ
كُنَّا إِذَا
غَطَّيْنَا
بِهَا رَأْسَهُ
خَرَجَ
رِجْلَاهُ
وَإِذَا
غَطَّيْنَا رِجْلَيْهِ
خَرَجَ
رَأْسُهُ
فَقَالَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
غَطُّوا بِهَا
رَأْسَهُ
وَاجْعَلُوا
عَلَى
رِجْلَيْهِ
شَيْئًا مِنْ
الْإِذْخِرِ
Habbab (b. Eret')ten
demiştir ki:
Mus'ab b. Umeyr Uhut
(savaşı) günü şehid edilmişti. (Üzerinde) alaca yünlü kaftandan başka (bir
şeyide) yoktu. Başını örttüğümüz zaman, ayakları dışarıda kalıyor, ayaklarını
örttüğümüz zaman da başı dışarıda kalıyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)
"Başını örtünüz,
ayaklarının üzerine de (biraz) izhîr koyunuz" buyurdu.
İzah:
Buhari, cenaiz,
menakıbü'l-ensar, Meğazi, rikak; Müslim, cenaiz; Tirmizî, menakıb ; Nesaî,
cenaiz; Ahmed b. Hanbel V-109, 112, VI- 395.
İzhir; Hicaz'da biten
ve kuruyunca beyazlaşan hoş kokulu meşhur bir ottur.
Bu hadis-i şerif,
ölünün bütün vücudunu örtecek büyüklükte bir kefen bulunamadığı zaman, mevcut
kefenle öncelikle ölünün baş tarafını örtmek gerektiğine, geri kalan kısmımnsa
izhir otuyla örtüleceğine delalet etmektedir. Çünkü baş taraf, aşağı taraftan
daha faziletlidir. .
İmam Nevevî'nin
açıklamasına göre, eğer mevcut kefen, Cenazenin başı ile birlikte avret
mahallini Örtmeye kâfi gelmiyorsa, onunla sadece avret mahalli örtülür. Çünkü
ölünün avret mahallini örtmekte, dirinin avret mahallini Örtmek gibi farzdır.
Ona bakmak ve dokunmak haramdır.
Yine bu hadis-i şerif,
ölünün tüm bedenini örtmenin farz olmayıp sadece avret mahallini örtmenin farz
olduğuna delalet etmektedir. Çünkü cenazenin bedeninin tümünü Örtmek, farz
olsaydı, Hz. Habbab'ın vücudunun tümü örtülür, ayak tarafı açık bırakılmazdı.
Her ne kadar ashab-ı kiramın fakru zaruret içinde olup ve güçleri yetmediği
için, Hz. Habbab'ı bu şekilde defnetmiş oldukları akla gelirse de, "ölünün
tüm bedenini örtmenin farz olması halinde mutlaka bu farzı yerine getirmenin
bir çaresini bulmaya çalışacaklarını ve bunu gerçekleştireceklerini de
unutmamak gerekir. Bilindiği gibi Hanefilere göre, ölünün tüm vücudu avret
değildir. Onun avret mahalli sağlığındaki avret mahallinden ibarettir.
Ayrıca bu hadis-i
şerif, ashab-ı kiramın ne derece fakir olduklarını açıkça ifade etmektedir.
Bilindiği gibi fakru zarurete sabretmek insanı "ebrar" derecesine
yükseltir.
Hazreti Mus'ab Bin
Umeyr (r.a) Namı ve Nesebi:
İsmi: Mus'ab, Künyesi:
Muhammed, babası: Umeyr, validesi Hannes bt. Malik, Nesebi: Mus'ab b. Umeyr b.
Haşim b. Abdimenaf b. Abduddar b. Kusay el-Kureşî...
islâmiyet i Kabulü:
Mus'ab, gerçekten yüzü kadar
kalbi de berrak, zevk sahibi ve akıllı bir gençti. O yaratılıştan putlara karşı
nefret doluydu. Bunun içindir ki, Mekke'de tevhid daveti yükselir yükselmez,
bu davet onun kulağına varmış, temiz kalbinde akisler yapmıştı. Osman b.
Talha'yı ibadet ederken gören Mus'-ab, doğruca Erkam'ın evine, Allah Rasûlü'nün
huzuruna koşmuş ve müslü-man olmuştu. Böylece içinde bulunduğu refah ve saadeti
bir anda.feda etmişti...
Allah Rasûlü'nün Göz
Yaşları:
Allah Rasûlü, Mekke'den
çıkarak Küba'ya geldiğinde, Medineli Müslümanlar kendisini karşılamaya
gelmişlerdi. Bu sırada, belinde bir koyun pos-tuyla yarı çıplak bir vaziyette
Hazreti Mus'ab gelmişti. Ayaklan çıplaktı. Onu bu durumda gören Allah Rasûlü,
onun Mekkede yaşadığı hayatı düşünerek üzülmüş ve mübarek gözlerinden yaşlar
akıtmıştı...
Hazreti Mus'ab'ın
Teçhiz ve Tekfini:
Allah Rasûlü, Hz.
Mus'ab'ın şehid olduğunu haber aldığı zaman şu âyet-i kerimeyi okumuşlardı:
"Mü'minler içinde öyle kimseler vardır ki, Allah'a karşı bütün
taahhütlerini samimiyetle yerine getirmişlerdi..."[Ahzab 23]
Hazret-i Mus'âb'ın
Fazilet ve Kemali:
Hazreti Mus'ab, son
derece zeki, fasih ve beliğ bir zattı. Onun Medine'de İslâmiyet'i yayma ve
telkin hususunda gösterdiği liyakat ve elde ettiği başarı, fazilet ve kemalinin
en büyük burhanıdır. Bundan başka şehit olduğu ana kadar Kur'ân-i Kerîm'in
bütün âyetlerini ezberinde tutardı.
Hazret-i Mus'ab'ıjı
Ahlâkı:
Hazret-i Mus'ab'ın
hayatı, onun ne kadar yüksek ve temiz ahlak sahibi olduğunu gösterir. O, kendi
arzu ve isteği ile kabul ettiği bir inanç için hayatının bütün debdebe ve
saltanatını feda etmiş; eza ve cefalara uğramayı hoş görmüş, Habeş diyarına
kadar gitmiş, her yerde ve zamanda İslâm'ı yaymakla meşgul olmuş ve nihayet bu
dava uğrunda canını feda etmişti.
Hazret-i Mus'ab'ın
İslâmiyet'ten önceki haliyle sonraki halini mukayese edecek olursak onun ne
denli bir mücahid olduğu hemen ortaya çıkar. Bu büyük mücahit, karanlık gözlere
ışık verecek, en mutaassıp ve donmuş kafalara nur akıtacak, hurafeler mahşeri
olan beyinlere hidayet huzmeleri ulaştıracak, kin,düşmanlık ve intikam
hislerinin mahzeni olan ruhlara hakiki insanlığın zevkini tattıracak bir
insandı. Bu yolda insan tahammülünün üstünde bir sabırla yürüyen bu büyük
mücahit, her felaket ve her mihnete göğüs gererek, zaferlerin en büyüğünü
kazanmıştı.[Genceli Ali, Asrı Saadet 11-195,202.]
Hazreti Habbab Bin Eret
(r.a.)
İsmi: Habbab, künyesi:
Ebû Abdullah idi. Nesebi şöyledir: Habbab b. Eret, b. Cendele, b. Saad, b.
Huzeyme, b. Ka'b b. Saad, b. Zeyd, Menat, b. Temim.
Cahiliyyet devrinde
Mekke'de köle olarak satılmıştı.
îslâmiyeti Kabulü:
Hz. Habbab, İslâm'ın
ilk günlerinde islâmiyetle şereflenmişti. Rasûl-i EİWi, Zeyd b. Erkam'ın
hanesinde kaldığı zaman, Hz. Habbab islâmiyet şeref ve saadetine mazhar olmuştu.
Bu şerefe erenlerin arasında altıncı şahıs idi.
Gazaları:
Hz. Habbab, Medine'ye
geldikten sonra ömrünün sonuna kadar bütün savaşlara iştirak etmişti.
Hastalığı ve Vefatı
Hicretin 37. senesinde
Kufe'de hastalandı. Tedavi fayda vermedi. Vefat etti. Son nefeslerinde Hz.
Hamza'yı hatırlamış, onun gibi şahadet kefeni giymediğine üzülmüştü. Halk
hastalığında ziyaretine gelmişti. Hz. Habbab ölümden korkmadığını söylemiş:
"Dünyada iyi yaptı isem mükâfatını göreceğim, iyilik yapmamış isem
Cenâb-ı Hak gafur, rahimdir" demişti.
Yine bir gün,
mükâfatını dünyadayken aldığını, bunun için dünyadan hiç bir nasip almadan
Bedir'de şehit olanlara imrendiğini söylemişti. İpekten kefenini göstererek:
"Hamza'ya Uhud'da kefen bulamamıştık" diye ağlamıştı.
Serveti ve Maişeti:
Hz. Habbab, cahiliyyet
devrinden kurtulup İslâm devrine girdikten sonra kılıcının kuvveti ile geçimini
temin ederdi. Önceleri maişet hususunda hayli sıkıntı çekmişti. Fakat sonra
Cenâb-ı Hâk'kın inayeti ile vaziyeti düzelmiş, iş, güç sahibi olmuş, bir miktar
da servet edinmişti. Nitekim vefatında 40.000 dirhem miras bırakmıştı.
Fazilet ve Kemali:
Hz. Habbab, Rasûl-i
Ekrem'in hal ve fiillerini araştırıp soruşturur ona göre hareket ederdi. İbadet
ve harekatında bilmediği her şeyi Rasûl-i Ekrem'den sorup öğrenmeye çalışırdı.
Bir defa Rasûl-i Ekrem'e yatsı namazı hakkında bir sual sormuştu; Rasûl-i
Ekrem» anlatmıştı. Ertesi gün unutmuş, yine gelip sormuştu. Resûl-i Ekrem
"Bu namaz, ümit ve korku namazıdır. Bu namazda Cenab-ı Hak'dan üç şey dua
edilirse hiç olmazsa ikisi kabul edilir." buyurmuşlardır.
Hadis Rivayetleri:
Rivayet ettiği
hadislerin yekunu 33'dür. Bunlardan üçü müttefekuna-leyh, ikisi Buhari'de, biri
Müslim'de ayrıca rivayet olunmuştur.[Genceli Ali, Asrı saadet, II- 419,422.]